MAHKUM PRENSES (THE CONSTANT PRINCESS) / PHILIPPA GREGORY KİTAP İNCELEMESİ
Temmuz 25, 2016Aman Tanrım, o da neydi öyle??? Acaba Doktor'un Tardis'ine atlayıp 1500'lerin İngiltere'sine mi gittim? Çünkü ancak olayların yaşandığı zamanda bulunsaydınız böylesine bir maceraya şahit olurdunuz. Evet, macera Catalina'mızın yaşadıklarını anlatmak için güzel bir kelime.
Aragonlu Catalina, İspanya Infanta'sı, 15'inde gelin olarak İngiltere'ye gelir. Evliliği İspanya ve İngiltere arasında yapılan bir çıkar evliliğidir. Evlendirildiği kişi, Kral 7. Henry'nin oğlu, Galler Prensi Arthur'dur. Başta birbirlerinden hoşlanmayan çift, daha sonra birbirlerine delice aşık olurlar. Prensesi tüm İngiltere çok sevmiştir, ama kayınpederi biraz daha fazla. Öyle ki Henry, gelinini arzulamaya bile başlamıştır. Bundan sonrası spoiler içerebilir ama bu bir inceleme olduğundan ben direk konuya dalacağım :) Zavallı Arthur, gençliğinin baharında, evliliklerinin 140. gününde ölür. Bu olay Catalina'yı mahveder ve kraliçe olma hayallerini suya düşürür çünkü Catalina'nın hayattaki en büyük amacı İngiltere kraliçesi olmaktır. Annesi onu hep bu yönde büyütmüştür. Çok hırslı bir kız olmasının yanı sıra aynı zamanda çokta korkusuz.
Arthur'un ölümüyle dul kalan Catalina veya yeni ismiyle Katherine, eve dönmemenin yollarını arar. Adeta hayatı başına yıkılmıştır. Ama ölmeden önce Arthur, Katherine'e bir söz verdirtir. Onun, kardeşi Harry ile evlenip kraliçe olmasını ve ikisinin hayallerini kurduğu krallığı oluşturmasını istemiştir. Bu verdiği söz uğruna da Katherine'in çekmediği kalmamıştır. Kayınpederi Henry'nin ona evlenme teklif etmesi mi dersiniz, bunu reddettikten sonra ve ne yapıp edip Harry ile nişanlandıktan sonra bir kulede yaşamaya başlayıp, kraldan hiçbir maddi destek almadan, tam altı yıl sefil bir hayat yaşamasını mı dersiniz, sarayda Katherine ve Harry'nin nişanlarının geçersiz sayıldığıyla ilgili söylenti çıkması mı dersiniz... Neler yaşadı bu Katherine. Kraliçe olmak uğruna, kuleye kapatılan Rapunzel gibi hayat sürdü. Ama ne yaptı etti, sonunda Kral Henry öldükten sonra Harry ile evlenmeyi başardı. Harry adını Henry olarak değiştirdi ve adını daha çok altı kadınla evlenmesiyle duyuran 8. Henry'nin kraliçesi oldu. Aralarındaki altı yaş, Katherine'in Henry'ye bir eşten ziyade bir anne veya abla gibi davranmasına yol açıyor. Ayrıca küçüklüğünden beri yediği önünde, yemediği arkasında yetişen Henry, devlet işleriyle uğraşmaktan kaçınıyor ve bu görev de Katherine'e kalıyor.
Katherine ve Henry ile evliliği sırasında altı kez hamile kalıyor ama bu çocukların kimi doğmadan, kimi ise doğduktan bir yada iki hafta sonra ölüyor. Aralarından tek sağ kalan ise, çoğumuzun Kanlı Mary olarak bildiği, İngiltere kraliçesi 1. Mary. Kraliçelerin ve prenseslerin o dönemde bir erkek çocuk dünyaya getirmeleri zorunluluk olduğundan Katherine'in ömrü boyu üzerinde hissettiği baskıyı eminim hissedebiliyorsunuzdur ki bu kraliyetlere özgü bir durum değil. Öyle ki, maalesef ülkemizde de hala erkek çocuk dünyaya getirmek adeta bir farz ve soyun devamı için bir gereklilik. Böyle bir durumda, bir kadının kendine güveni tam yetişmesini nasıl bekleyebiliriz ki?
İspanya'nın en ünlü hükümdarlarından olan annesi ve babasının peşinde yıllarını savaş alanlarında geçiren Katherine, ayrıca en büyük amaçlarından birini gerçekleştiriyor ve İngiltere'nin İskoçlar ile olan savaşında ordunun başına geçiyor ve bir kraliçe olarak ülkesini savunuyor. Burada, nedimelerin ve birçok saray kadının, bu durumu Katherine'e yakıştıramadığını görüyoruz. Ayrıca birçoğuna göre, orduyu bir kraliçenin tek başına komuta etmesi de saygısızlık. Ne geri kafalılık değil mi?
Kitabın sonuna gelirsek, Henry'nin, Anne Boleyn'le evlendikten sonra, Katherine ile evliliklerini geçersiz kılmak için açtığı dava ile bitiyor. Buraya kadar herşey harika ama davaya kadar olan olayları da öğrenmek istemedim değil. Ama bu arada yaşanan olaylara sanırım serinin ikinci kitabı Boleyn Kızı ile ulaşacağım.
Ayrıca kitapta değinilen olaylardan en önemlilerinden biri de dinlerin düşmanlığı. İspanya Krallığı, topraklarından daha yeni kovdukları müslümanlara karşı oldukça ön yargılı ve düşmancıl. O dönemde müslümanlar, hristiyan aleminin büyük düşmanı olarak görülüyorlar. Ama buna rağmen İspanyollar mağlup ettikleri müslümanların sarayından, hamamlarından, meyve sebzelerinden ve yaşam biçimlerinden de yararlanmayı ihmal etmiyorlar. Hatta müslüman bilim ve tıp insanlarının üstünlüğünü de kabul ediyorlar. İroni?
Philippa Gregory'nin yazmış olduğu bu serinin Tudor hanedanlığı ile geçen bölümüne The Tudors adlı dizi ile ulaşabilirsiniz. Diziyi tam olarak izleme şansım olmadı ama şimdilik eksi not verdiğim noktalardan biri, aralarında sadece altı yaş bulunan Henry ve Katherine'i canlandıran oyuncular olan Maria Doyle Kennedy ve Jonathan Rhys Meyers'ın aralarındaki yaş farkının on üç olması. Bu yaş farkı, Katherine'i Henry için oldukça yaşlı bir kadın olarak göstermiş. Onun dışında dizinin muhteşem olduğundan şüphem yok çünkü oyuncular çok iyi.

Aragonlu Katherine, her ne kadar hırslarının peşinden gözü kara bir şekilde giden bir kadın olarak görülse de, sonuçta o hayatta kalmaya çalışan bir insan. Aşık, genç bir kızdan, görmüş geçirmiş bir kadınlığa uzanan yolculuğuna şahit oluyoruz bu romanda. Ve bana tarihi romanları bir kez daha sevdiren, araştırmacı soruşturmacı, engin bilgili kadın, Philippa Gregory'ye teşekkür ediyorum. Sağ ol güzel insan.
0 yorum