ELEANOR&PARK | KİTAP YORUMU
Mayıs 10, 2018Yıllardır kitaplığımda okunmayı bekleyen Eleanor&Park'ı bitirdiğimde kalbimde hem burukluk hem de umut hissettim. Bir gençlik öyküsü olarak okumaya başladığım roman başlarda "Biraz klişe mi acaba?" diye düşündürse de ilerleyen sayfalarda samimiyeti ve sahiciliğiyle beni içine hapsetti. Öyle ki bu kitabı tek bir kelime ile tanımlama şansım olsa bu kelime "gerçek" olurdu.
Rainbow Rowell'ın bir diğer romanı olan Fangirl'ü daha önce, yine Eleanor&Park gibi ingilizce olarak okumuştum. İkisi de gayet anlaşılır bir dile sahip ve ikisi de gençlik romanları. Genç karakterler yaratma açısından yazarın gerçekten çok yetenekli olduğunu düşünüyorum. Fangirl'deki Cath gibi Eleanor'da biraz özgüven eksikliği yaşayan, sorunlu bir aileye sahip bir kız. Annesi, üvey babası ve kardeşleriyle birlikte yeni taşındıkları kasabada ortama ve okula adapte olmaya çalışıyor ve epey zorluk çekiyor. Okulda zorbalığa uğramasının nedeni kabarık turuncu saçları, değişik giyimi ve kilosu. Aynı okulda okuyan, mahalledeki tek Asyalı çocuk olan Park ise kendi halinde, genelde kulağında kulaklık ile gezen biri. Eleanor'la ilişkileri, okul servisinde yan yana oturmak zorunda kalmalarıyla başlıyor ve birbirlerine tek kelime etmeksizin çizgi roman ve kaset alışverişiyle devam ediyor. Daha sonra zor da olsa çizgi romanlar ve müzik üzerinden konuşmaya başlıyorlar ve iki gencin arasında, olasılık veremeyeceğiniz bir aşk doğuyor; adeta kendilerini birbirlerinde buluyorlar.
Klasik bir gençlik öyküsünden çok öte bir yere yükseldi gözümde Eleanor&Park. Birbirlerini bu kadar sevmeleri, ne yalan söyleyeyim aşka inancımı beşe katladı. Eleanor'un neredeyse her gün Park'ın evinde olup onun ailesine özenmesi, geçmişte üvey babası yüzünden yaşadığı travmalar gerçekten çok üzücüydü. Park onun için, çok ihtiyaç duyduğu bir kaçış haline geliyor. Sık sık Eleanor'un kaygı sorunlarını görüyoruz kitabı okurken. Kendinden sık sık şüphe ediyor ve kararlarını epey etkiliyor bu sorunu. Hatta birkaç kez Park ile küsüyorlar ama özellikle Park'ın kararlılığı ve büyük aşkı sayesinde tekrar bir araya geliyorlar.
İlginç bir sona sahip Eleanor&Park. Mutlu bir sonla bitmiyor, tam olarak yani. Ama yazarımız son cümleleri yorumlama görevini bize bırakıyor ve onlar için bunun bir son değil ancak bir başlangıç olabileceğini de ekliyor. Kitabın sonunda Rowell, Elenor'un Park'a gönderdiği kartpostalda yazan üç kelimeyi tabi ki açıklamıyor ve kendi annesine bile bu kelimeleri açıklamadığından bahsediyor. "Eleanor ve Park'ı ben yarattım tabi, bu yüzden kartpostalda yazanları size söyleyebilirim ama bu onların aralarındaki o anla ilgili bir şey." diyor ve ekliyor; "Bu, kitabın sonu ve burada artık karakterlere veda ediyoruz. Onların hikayeleri yine kendi hikayeleri olmaya devam edecek. (Eğer bir kitabı kapattığınızda karakterlerin yaşamaya devam ettiğini düşünürseniz tabi; ben düşünürüm.)"
Yani uzun lafın kısası, Eleanor ve Park kendi sonlarını kendileri yaratacaklar. Bize ancak onlara iyi dileklerde bulunmak düşer.
Kitaptan bazı alıntılar;
“Eleanor was right. She never looked nice. She looked like art, and art wasn't supposed to look nice; it was supposed to make you feel something.”
“What are the chances you’d ever meet someone like that? he wondered. Someone you could love forever, someone who would forever love you back? And what did you do when that person was born half a world away? The math seemed impossible.”
“I don't like you, Park," she said, sounding for a second like she actually meant it. "I..." - her voice nearly disappeared - "think I live for you."
He closed his eyes and pressed his head back into his pillow.
"I don't think I even breathe when we're not together," she whispered. "Which means, when I see you on Monday morning, it's been like sixty hours since I've taken a breath. That's probably why I'm so crabby, and why I snap at you. All I do when we're apart is think about you, and all I do when we're together is panic. Because every second feels so important. And because I'm so out of control, I can't help myself. I'm not even mine anymore, I'm yours, and what if you decide that you don't want me? How could you want me like I want you?"
He was quiet. He wanted everything she'd just said to be the last thing he heard. He wanted to fall asleep with 'I want you' in his ears.”
He closed his eyes and pressed his head back into his pillow.
"I don't think I even breathe when we're not together," she whispered. "Which means, when I see you on Monday morning, it's been like sixty hours since I've taken a breath. That's probably why I'm so crabby, and why I snap at you. All I do when we're apart is think about you, and all I do when we're together is panic. Because every second feels so important. And because I'm so out of control, I can't help myself. I'm not even mine anymore, I'm yours, and what if you decide that you don't want me? How could you want me like I want you?"
He was quiet. He wanted everything she'd just said to be the last thing he heard. He wanted to fall asleep with 'I want you' in his ears.”
“You can be Han Solo," he said, kissing her throat. "And I'll be Boba Fett. I'll cross the sky for you.”
0 yorum