ŞUBAT'TA NELER OLDU
Mart 02, 2018 Başlıktan zannedebilirsiniz ki hareketli ve çalkantılı hayatımdan bazı anılar ve enstantaneler paylaşacağım. Malesef hayır, çünkü öyle bir hayatım yok. Muhtemelen on kişi olan kitlem için, bir değişiklik yapıp, Şubat ayında okuduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden bahsetmek istedim. Önümüzdeki aya da bi favoriler videosu gelsin diyenler +1.
Evet utanmadan söylüyorum, bir salon dolusu liseliyle beraber de olsa izledim. Lisede üç kitabı birden okuyup, her sene filmleri bekleyen biri olarak tabi ki bu sene de gittim, izledim. Nedense her film çıkacağı zaman ayrı bir heyecanlanırım ama filmleri izledikten sonra "Acaba daha iyi olabilir miydi?" diye sorarım. Çünkü, Jamie Dornan ve Dakota Johnson'ı ayrı ayrı çok sevsem de, hala bu rollere oturduklarını düşünmüyorum. Özellikle Dakota'nın Fifty Shades Darker'dan itibaren iniltilere dönüşen günlük konuşması aşırı sinirimi bozuyor. "Sen de bi sal ya, ne ciddiye aldın." dediğinizi duyar gibiyim. İster edebi olmasın, isterse saçma olsun, ben hikayeyi seviyorum kardeşim. (tmm)
Ben Lady Bird'ü aşırı beğendim. Kendisi de beş adaylık bulunduruyor. Her ne kadar En İyi Film'i alamayacak olsa da Saoirse Ronan En İyi Kadın Oyuncu'yu alabilir. Ben, beni az da olsa ağlatan filmleri çok seviyorum. Lady Bird'de de dramatik bir anne-kız ilişkisi izledim ve beni hem güldürdü, hem ağlattı. Bu tür Coming-of-age filmleri de çok seviyorum o yüzden Lady Bird tavsiye edilir, izleyin.

Call Me By Your Name, yine bu yılın favori filmlerinden bir tanesi. Ben öncelikle filmin çekildiği mekanlara bayıldım. Adeta İtalyan kasabasına taşınma isteği uyandırıyor içinizde. Oliver ve Elio'nun dramatik, tutkulu ve bir o kadar da imkansız aşkını seyrediyoruz. Bana kalırsa, ikisinin aşkını çıkarırsak, zaten filmde pek de bir şey kalmıyor, yani iki erkeğin, 1980'lerde yaşadığı aşkı konu edilerek ilginç bir hale getirilmiş gibi. Ha kitabı daha ayrıntılı ve kesinlikle vurucu olabilir, ama film olarak pek bir ödülle dönebileceğini zannetmiyorum. Ama yine de sonuçta aday olmuş ve eleştirmenlerce beğenilmiş bir yapım, izlemeniz tavsiye edilir.
Çok severek izledim Matilda'yı. Aslında önce kitabını okumak istiyordum ama dayanamadım filmini izledim. Matilda süper zeki, neredeyse bebek denecek yaşta okumayı öğrenen, dört yaşında tek başına kütüphaneye gidip tüm kitapları okuyan ve aptal ebeveynlerine her gün katlanmak zorunda olan bir kız. Tabi ki günü gelince herkesten intikamını tek tek almayı da başarıyor. İster aileyle, ister tek başınıza izleyebileceğiniz bir film. Bu arada Matilda'nın babasını oynamasının yanı sıra, filmin yönetmenliğini ve seslendirmesini de Danny DeVito yapmış. Bravo.
I, Tonya'ya tek kelimeyle bayıldım. Margot Robbie'nin herhalde en iyi rollerinden birisidir. Zaten Tonya Harding'in kendisi de çok beğenmiş filmi. Ayrıca müzikleri efsane olmuş. Tonya ve Nancy trajedisinde, hala Tonya gerçekten o cezayı haketti mi bilinmez ama, insan gerçekten üzülmeden edemiyor. Sonuçta tek bildiği şey olan buz pateninden ömür boyu men edilmiş. Kendi hayatını harcayan insanlardan bir tanesi.
Bu arada bahsetmeden edemeyeceğim, Tonya'nın annesini oynayan Allison Janney gerçekten harika bir iş çıkarmış, umarım En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu'yu da alır. Filmin sonunda karakterlerin gerçek röportajlarından da kesitler paylaşılmış ve filmdeki herkes mi bu kadar mı role oturur sayın seyirciler???
Bu ay izlediğim bir diğer film, geç olsun güç olmasın diyerek giriştiğim Thor: Ragnarok oldu. Eğlenceli ve renkli (baya bi renkli) bir filmdi. Herkes, tüm karakterlerin espri yapmasından şikayetçiydi ama benim hoşuma gitti, çok abartı gelmedi. Yine de, Cate Blanchett gibi birinin oynadığı bir filmde biraz ciddiyet beklerdim. Giriş-gelişme-sonuç yine beklediğimiz gibi oldu. Villain gelir, kahramanlarımız sürgüne gider; sonra geri gelip kötüyü defederler.
Ve bu ayın son filmi de The Shape of Water oldu. Tamı tamına 13 adaylığı var. Ben de çok beğendim. Adeta masal tadında bir filmdi. Yalnızlığın birleştirici gücü, çok güzel bir olay örgüsüyle
anlatılmış. Mekanlar, müzikler, çekimler; hepsi harikaydı. Tek üzüldüğüm nokta, Michael Shannon'ın En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu adaylığı alamamasıydı. (Oscar komitesi: Özür dileriz Deniz hanım.) Beğenmeyeni de çok var filmin. Ama kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.
Bu ay, sonunda Crown'ın ikinci sezonunu izleyebildim. Yine çok güzeldi. Kim ne derse desin İngiltere'yi ve İngilizleri çok seviyorum(asil olanlarını). Üçüncü sezon, kadronun tamamen değişeceğini bilmek her ne kadar üzse de yine de sabırsızlıkla bekliyorum. Ben şimdi bir sütlü çay koyayım.


Bu ay okuduğum kitaplar yalnızca bu ikisi oldu. Umarım önümüzdeki ay daha çok okuyabilirim. Dümeni Yaratıcılığa Kırmak kitabı, rahmetli Ursula K. Le Guin'in genç yazarlar için oluşturduğu yazarlık atölyesinin güncellenmiş hali. Çok güzel öğütler ve dersler veriyor. Yalnız bu kitap yazarlığı düşünenler için değil, yazmaya başlamış kişiler için.
Hayvan Mezarlığı'nın da detaylı yorumu burada mevcut.
Şubat ayı da kısa olmasıyla çabucak geçti. Pek bir farkını görmedim. Same shit, different day hesabı. Yine de insan önündeki günler için umut etmekten vazgeçmiyor. Esen kalın. The End.
1 yorum
video istiyoruz üstadım
YanıtlaSil