HANDMAID'S TALE : OLASI DİSTOPYA
Kasım 16, 2017
Margaret Atwood'un feminist distopyası, korktuğumuz başımıza gelirse neler olabileceğini adeta yüzümüze çarpıyor. Peki ya gerçekten olası bir felaket sonucu, kadın cinsi bundan nasıl etkilenirdi?
Üreme yavaşlamış, kısırlık yaygınlaşmış, hükümet devrilmiş. Kendilerine "Yakup'un Oğulları" diyen, ülkesinin nüfusunu tekrar arttırmak isteyen bir takım vatansever erkek, yönetimi ele geçirerek yeni bir cumhuriyet kurarlar. İsmi de Gilead'dır. Çocuğu olan ya da hala çocuk doğurma potansiyeli olan genç kadınlar ailelerinden zorla koparılarak, kurucu kumandanlara Damızlık olarak atanır ve hayattaki tek görevleri, kumandan ve eşine bir çocuk verebilmek olur. Çünkü bu kadınlar günahlarının bedelini, ülkeye bir evlat kazandırarak ödemelilerdir.
.
Kumandanların eşleri hariç diğer tüm kadınlar sınıflara ayrılmış. Adeta birer ürün veya erkeklerin kullanımı için yaşayan mallar gibi. Okurken sinirden saç yoldurtan cinsten bir durum. Ayrıca darbeyi yaşayan kadınlar, önceki yaşamlarını hatırlayabildikleri için şanssız atlediliyorlar. Yani onlar bu hayatın içine doğmadılar ve sadece uyum göstermek zorundalar. Ama onlardan sonraki nesil direkt olarak bu hayatın içine doğacaklar ve onlar için başka bir yaşam veya kurtuluş içgüdüsü olmayacak.
Handmaid's Tale'i diğer distopya romanlarından ayıran en büyük özelliği fantastik bir öğe barındırmaması ve her şeyin aslında mümkün olması. Dünyada din etrafında örgütlenen o kadar grup var ki, bir gün herhangi birinin başlatacağı hareket kadın veya erkek demeden hepimizin hayatını etkileyebilir, ki zaten örneklerine günümüzde de rastlıyoruz. Aşırı uçlar ve kendi davasını başka görüşleri önemsemeden savunan zihinler hayatın her alanında karşımıza çıkar ve bunlardan olumsuz etkilenen yine biz oluruz.
Hikayede, darbeyi kararlaştıran zihinler kendilerini haklı görüyorlar çünkü ülkelerini kurtardıklarını düşünüyorlar. Burada olay kadınların nasıl etkilendiği değil. Onlar yozlaştığını düşündükleri toplumun günahlarının, nüfus artışını etkilediğini kesinleştirmişler. Onların tek derdi ülkelerini yokoluştan kurtarmak. Ama peygamberlerine dua edip and içen bu komutanlar, günah saydıkları dünyevi zevkleri de tatmaktan geri kalmıyorlar.
Kitabı okursanız, Offred'in içten içe tükenişini ama içinde yanan intikam ateşinin de hiç sönmediğini daha iyi görebilirsiniz. Bir kadının hikayesini kendi ağzından dinlemek ne kadar acı olsa da bize olayları kendi gözünden görmek açısından daha yardımcı oluyor. Dizide de genelde Offred'in iç sesini duyuyoruz. Bu içten içe bilenmemiz açısından bizi daha da tetikliyor. Tabi ki dizi ve roman arasında bazı farklılıklar var ve değiştirilen olaylar var ama oyuncularıyla, kullanılan mekan ve müzikleriyle harika bir iş çıkarmışlar. Zaten kazandıkları Emmy'lerle de başarılarını taçlandırdılar. Çekim açıları ve renk kullanımları da adeta sinema zevki yaşatıyor. 2. sezon onayından sonra "Ne gerek vardı?" diye düşünsem de, merakla da beklemiyor değilim çünkü romanın son sayfalarındaki raporlardan yola çıkarak güzel bir senaryo yazılabilir ve Handmaid's Tale başarılı bir dizi olarak iyiler arasında yerini alabilir.
Nolite te bastardes carborundorum!
Üreme yavaşlamış, kısırlık yaygınlaşmış, hükümet devrilmiş. Kendilerine "Yakup'un Oğulları" diyen, ülkesinin nüfusunu tekrar arttırmak isteyen bir takım vatansever erkek, yönetimi ele geçirerek yeni bir cumhuriyet kurarlar. İsmi de Gilead'dır. Çocuğu olan ya da hala çocuk doğurma potansiyeli olan genç kadınlar ailelerinden zorla koparılarak, kurucu kumandanlara Damızlık olarak atanır ve hayattaki tek görevleri, kumandan ve eşine bir çocuk verebilmek olur. Çünkü bu kadınlar günahlarının bedelini, ülkeye bir evlat kazandırarak ödemelilerdir.
.
Kumandanların eşleri hariç diğer tüm kadınlar sınıflara ayrılmış. Adeta birer ürün veya erkeklerin kullanımı için yaşayan mallar gibi. Okurken sinirden saç yoldurtan cinsten bir durum. Ayrıca darbeyi yaşayan kadınlar, önceki yaşamlarını hatırlayabildikleri için şanssız atlediliyorlar. Yani onlar bu hayatın içine doğmadılar ve sadece uyum göstermek zorundalar. Ama onlardan sonraki nesil direkt olarak bu hayatın içine doğacaklar ve onlar için başka bir yaşam veya kurtuluş içgüdüsü olmayacak.
Handmaid's Tale'i diğer distopya romanlarından ayıran en büyük özelliği fantastik bir öğe barındırmaması ve her şeyin aslında mümkün olması. Dünyada din etrafında örgütlenen o kadar grup var ki, bir gün herhangi birinin başlatacağı hareket kadın veya erkek demeden hepimizin hayatını etkileyebilir, ki zaten örneklerine günümüzde de rastlıyoruz. Aşırı uçlar ve kendi davasını başka görüşleri önemsemeden savunan zihinler hayatın her alanında karşımıza çıkar ve bunlardan olumsuz etkilenen yine biz oluruz.
Hikayede, darbeyi kararlaştıran zihinler kendilerini haklı görüyorlar çünkü ülkelerini kurtardıklarını düşünüyorlar. Burada olay kadınların nasıl etkilendiği değil. Onlar yozlaştığını düşündükleri toplumun günahlarının, nüfus artışını etkilediğini kesinleştirmişler. Onların tek derdi ülkelerini yokoluştan kurtarmak. Ama peygamberlerine dua edip and içen bu komutanlar, günah saydıkları dünyevi zevkleri de tatmaktan geri kalmıyorlar.
Kitabı okursanız, Offred'in içten içe tükenişini ama içinde yanan intikam ateşinin de hiç sönmediğini daha iyi görebilirsiniz. Bir kadının hikayesini kendi ağzından dinlemek ne kadar acı olsa da bize olayları kendi gözünden görmek açısından daha yardımcı oluyor. Dizide de genelde Offred'in iç sesini duyuyoruz. Bu içten içe bilenmemiz açısından bizi daha da tetikliyor. Tabi ki dizi ve roman arasında bazı farklılıklar var ve değiştirilen olaylar var ama oyuncularıyla, kullanılan mekan ve müzikleriyle harika bir iş çıkarmışlar. Zaten kazandıkları Emmy'lerle de başarılarını taçlandırdılar. Çekim açıları ve renk kullanımları da adeta sinema zevki yaşatıyor. 2. sezon onayından sonra "Ne gerek vardı?" diye düşünsem de, merakla da beklemiyor değilim çünkü romanın son sayfalarındaki raporlardan yola çıkarak güzel bir senaryo yazılabilir ve Handmaid's Tale başarılı bir dizi olarak iyiler arasında yerini alabilir.
Nolite te bastardes carborundorum!
0 yorum